22 Ekim 2010 Cuma

Kralı Gelse Kaç Yazar

Bu ülkede spor yazarlarını okurken aklıma bazen şu soru takılıyor. Bu adamlar her gün yazacak uzunca bir konuyu nereden buluyorlar? Ama aynı ben bazen de diyorum ki; Bu memlekette öyle işler oluyor ki değil köşe yazısı biraz kassam kitap bile yazabilirim. İki gün sonra bu ülkede sezonun en önemli iki maçından biri oynanacak. (Diğeri de deplasmandaki Galatasaray maçı) Derbi üzerine yazıp çizmeyi, derbi öncesi ve sonrasındaki öngörülerimi paylaşmak istiyordum ki Galatasaray'ın teknik adam arayışı ve çözümü sevgili ülkemdeki teknik adama bakış ve ondan beklentiler konusunda bana ilham verdi ve bu yazıyı yazdırdı.
En canlı ve somut örnek olması nedeniyle örnekleri Hagi'nin Galatasaray'a transferinden vereceğim. Ama blogu takip eden Galatasaraylı dostların alınganlık yapmasına gerek yok. Konu hiç bir kulübümüzde farklılık göstermiyor.
Hagi'nin Galatasaray'ın başına tekrar getirilmesindeki gerekçeleri sıralayacak olsak bu camiada çok özel bir yeri olduğu, ligimizi tanıdığı, futbol bilgisi ve karizması gibi özelliklerini listenin en başına yazabiliriz. Bu özellikler tabiki de bir teknik adamda olmasını istediğimiz şeyler. Peki Adnan Polat döneminde görev yapmış diğer teknik adamların hangisinde bu özellikler yoktu? Karl-Heinz Feldkamp'ta en az Hagi kadar camianın içinden, ligimizi tanıyan, futbol bilgisi ve karizması olan bir hocaydı. Bülent Korkmaz Hagi'den sonra en önemli bayrak oyuncuydu bu camiada. Gençlerbirliği'nde staj dönemini tamamlamış en zor zamanda görevi kabul etmişti. Rijkaard için açıklama yapmak zaten tuhaf kaçacak ama belki tek eksik yönü ligimize yabancı olması olabilirdi ki iletişim çağında bu en kolay telafi edilebilir eksiğiydi. Skibbe bu hocalar içinde camia tarafından en kuşkulu yaklaşılanıydı. Cevat hocayı ise geliş hikayesi nedeniyle değerlendirme dışında tutuyorum. Lafı fazla dolandırmadan söylemek istediğime geleyim. Bugün Hagi'yi Galatasaray'ın başına getiren meziyetlerin tamamı yada bir çoğu bu kulübe Adnan Polat döneminde getirilen sonra kapı önüne konulan teknik adamlarda da vardı. Rijkaard geldiğinde değil Galatasaray'da Türkiye'de futbol devrimi bekledik hepimiz. Sadece biraz sabır dendi. Daha bir ay öncesine kadar sözleşmesi ne olursa olsun uzatılacak dendi. Ama bir Fenerbahçe yenilgisi korkusu total futbol temsilcisinin sonunu getirdi. Çünkü Fenerbahçe'ye yenilmemek Galatasaray'da devrim yapmaktan daha önemlidir bu topraklarda. Bülent Korkmaz'ın gelişinde yazdıklarımı hatırlıyorum. Boş mukavele ile gelişinde alkış tutanların, kovulurken bavulunu toplamaya bile yardım etmeyeceklerini söylemiştim. Nitekim Aslan Yürekli Bülent Korkmaz bu kulüpten korkak futbol oynatıyor gerekçesiyle ıslıklanarak ve tazminatsız gönderildi.
Bu gün Hagi için "işte aradığımız hoca, 2000 ruhunu geri getirecek adam" namelerini düzenlerin bundan önceki hocaların gelişinde de farklı söylemde olmadıklarını internette biraz gezinerek görebiliriz. O nedenle "Hagi değil Mourinho gelse ne değişir" diyenlerdenim. Ama bunu Fenerbahçe'yi yine yenemezler manasında söylemiyorum. Bu ülkede teknik adamsan kariyerin, karizman, camiadan olman, futbol zekan seni ancak yarım sezon idare eder. Yarım sezondan sonra üst üste alacağın üç mağlubiyet, yada bir tane ezeli rakip hezimeti gidiş uçak biletin olur. Gerisi hikaye. Sonrada çayın, sigaranın yanına muhabbet olursun. "Aslında iyi adamdı şu Löw. Şampiyon yapmış İspanya'yı Del Bosque. Hiddink geliyormuş milli takıma" diye. İşin en trajik yanı ise yıllar önce üç maç sonunda kovaladığın adamın kariyerini konuşursun yıllarca. Başka takımlarda yaptıklarına imrenirsin. İki gün sonra milli takımının başına gelir kovalamak için yırtınırsın bu defa.
Herkesin kafasında takımının başındaki hocadan beklentileri var. Genelleme yapacak olursak saha kenarında maçı yaşamasını isteriz. Futbolcular kadar terlesin, gol atıldığında yumruk şov yapsın, bizi de tanısın isteriz. Duygusal oyuncularımız var ya gazın kralını versin onlara. Baba şevkatinde olsun ama yeri geldi mi baba dayağını da atsın. Mikrofonlar uzatıldığında öyle kelamlar etsin ki bir hafta onu konuşalım. Gelirken sözleşmesine özel maddeler koydurmasın, giderken de tazminat istemesin deriz. Deriz de Yılmaz Vural milli takımı çalıştırsın yada Fenerbahçe'ye hoca olsun dediklerinde de "Abi kaldıramaz büyük takımı Trabzon'da gördük işte" deyip ters köşeye yatırırız karşımızdakini. Ama az önce çizdiğim profile en yakın hoca Yılmaz Vural değil midir? Köln Spor Akademisi bitirmişliğini de ezberden biliriz. Ama gelsin istemeyiz. Onun yerine "Daum'u getir en kötü ikinci oluruz" dersin. İkinci yapar takımı, gönderirsin. Gönderirken "Avrupa başarısı yoktu" dersin. İkinci kez getirdiğinde bunu göz ardı edersin. Avrupa'da seni çeyrek finale taşıyan hocayı biladeriyle takıştığın için yollarsın. Fatih Terim milli takımı finallere götüremez "Bu işler sadece karizmayla olmuyor" dersin. Şenol Güneş dünya üçüncüsü yapar seni "Abi ama adamda da karizma yok ya" dersin. Hoca hem gençleri oynatsın isteriz, "bu maçta da bu gençler oynatılır mı canım" dersin. Dersin de dersin yani.
Uzattık bitirelim. Bugün Galatasaray'a Hagi'nin getirilmesi bir çok Galatasaray'lı gibi Türk futbol severlerini de olması gerektiği kadar heyecanlandırmıyorsa sorun; yıllardır suçu hep onlara attığımız teknik adamlarda değil, günü kurtarmak için bir gün önce söylediğini ertesi gün dansöz gibi kıvırarak değiştiren yönetimlerdedir. Yönetimleri bir sezon boyunca istifaya çağırırken iki tane yıldız transferine tav olup bu defa alkış tutan taraftarlardadır. O nedenle bu gözler daha ne kovalanan Rijkaard'lar, ne geri gelen Daum'lar, ne kıymeti bilinmeyen dünya şampiyonları görecektir. Spor medyamıza da kim gitsin yerine kim gelsin tasası düşecektir.

Hiç yorum yok: